8 Ekim 2015 Perşembe

ADAP-EDEP

ADAP-EDEP


Konuşmanın gerekli olduğu yer var,susmanın adap olduğu yer var.

Dinlemenin edep olduğu yer var,anlamanın kalite olduğu yer var.

Öyle hikayeler var ki bir değil bir çok değeri taşıyor.

İşte bir örmek..

      Genç bir adam Mevlana’nın hayır duasını almak ister.Ne var ki zil zurna sarhoştur.Yalpalaya yalpalaya gecenin bir vaktinde Mevlana’nın dergahına ulaşır.

     Tokmağın çalışına birkaç derviş birden yetişir.

     Kapı açıldığında genç derdini anlatır.Dervişler adamı içeri almak istemezler.Sen şimdi git yarın gel yada başka bir zaman gel efendi hazretleri şu anda uyuyor.Rahatsız etmek olmaz.

    Gürültüden uyanan Mevlana Hazretleri ne olduğunu sorar.

    Dervişler durumu anlatırlar.

    Mevlana onları dinledikten sonra şu cevabı verir:

    O insan gecenin bir vaktinde kör kütük sarhoş olduğu halde bizim yolumuzu bulmuşken siz hangi ayık kafayla onu geri gönderirsiniz?

    Selam ve dua ile…


ÇANAKKALE SAVAŞLARI

ÇANAKKALE SAVAŞLARI


Kalbinde  zerre kadar vatan ve millet sevgisi olanlar bile Çanakkale'de her bir tabyada geçen savaşları büyük bir ibretle okumalı,dinlemeli,yada izlemeli.
Düşmanlarımızın bile her mücadelemizi ayrı ayrı ve en yüksek takdirle andıkları bir savaştır Çanakkale savaşları.
Ben bugün atalarımızın ne büyük işler başardığını anlatarak faydası çok az ama zararı çok fazla bir değerlendirme yapmayacağım.
     Yeryüzünde hiç bir güçlüye gücü yetmeyen musallat olmaz..Olsa de en ağır şekilde bedelini öder.
     Yeryüzünde hiç bir zayıfa da musallat olmayan kalmaz.Ellerinden geldiğince kemiğine,iliğine kadar girerler ve yok edebilmek için ellerinden geleni yaparlar.

Çanakkale'de zayıf,güçsüz düştüğümüzden dolayı açılmış onlarca cepheden sadece bir tanesidir.

 Bedelini en değerli varlığımız olan insanlarımızı,analarımızı,babalarımızı,dedelerimizi,çocuklarımızı,torunlarımızı feda ederek ödedik.
    
      GÜÇLÜ OLANA ASLA HİÇ BİR GÜÇ ZARAR VEREMEZ

      GÜÇLÜ OLMAK 365 günün tamamını ter dökerek,bilimde,teknolojide,ticarette lider hale gelerek elde edebileceğimiz bir savaştır.
      Bizimde başka hiç bir yazma amacımız yoktur.
Burası 365 gün açık olan bir cephedir.Mutlak ve yegane görevimiz insanlarımızı bilimde,teknolojide,ticarette,hayatın her alanında dünyanın en iyisi,en güçlüsü olması için desteklemekten ibarettir.
Şehidlerimize bir kere daha Yüce ALLAH'dan rahmet diliyorum.

Selam ve dua ile.

TİMUR'UN FİLLERİ:

TİMUR'UN FİLLERİ:


Geçmiş dönemlerde fillerin savaşlarda kullanıldığını bir çoğumuz biliyoruz.Az bilinen ise bu fillerin nasıl beslendiği.

     Günde 150-200 kilo ot yiyen bir fili beslemek bile ancak koca bir köy halkının el birliği ederse başarabileceği bir iş.

     Timurlenk’te öyle yapmış zaten.Her köye bir fil göndermiş,alın bunu besleyin,savaşa kadar elinizde tutun.

    Nasreddin Hoca’nın köyü de filden nasibini almış.

     Üç gün beş gün üç beş hafta derken samanlıklar yükünü epey boşaltmış. Bakmışlar bahara kadar dolu bir samanlık kalmayacak Hocanın önüne diz çökmüşler.Aman hocam,bizim derdimize ancak sen çare olabilirsin.Koskoca sultanın huzuruna çıkıp;Al bu fili diyemeyiz.

     Sen yol bilirsin, usül erkan bilirsin.Kurtar bizi bu dertten.

     Hoca pek gönüllü olmasa da bu yakarmalara dayanamamış ve köyü temsilen bir heyetle düşmüş yola.

     Timur’un sarayına yaklaştıkça heyeti temsiliyeninde dağ gibi cesareti azalmış azalmış bir tavşanın küfesine sığacak hale gelmiş.

     Cesaretini korkuya teslim edenler bir bir sıvışmışlar.

     Hoca Timur’a ne söyleyeceğinin hesabıyla arkasına bile bakmamış.

     Timurlenk’in nidasıyla kendine gelebilmiş.

     -Buyur hoca.Bir isteğinmi var?

     Hoca kafasında kurduğunu tam anlatmaya başlayacakken arkadaki heyeti destek amacıyla öne çıkarmak istemiş.

     Arkaya döndüğünde bir tane adamın bile kalmadığını fark etmiş.

     Aman Sultanım! Bizim köye bir fil gönderdiniz ama bu zavallı tek başına sıkılıyor,acaba eşini de verseniz olmaz mı?

    -Ne demek hoca! Her köyde bir fili bile besleyemiyoruz diye şikayet gelirken sen tuttun bir tane daha ver bakalım diyorsun.

    Aman hoca! istediğin fil olsun.Hemen al git.

    Şimdi nerden çıktı bu fil hikayesi demeyin.

    Biz sanalkocaeli olarak bir yola çıktık. Bu yolun yolcuları da biziz, köylüleri de biziz.Nasreddin Hoca rolünü siz okuyucularımızla,takipçilerimize verdik.Bize sizler rehberlik edin.Beğendiklerinizi lütfen ve mutlaka bir kelime ile de olsa iletin.Beğenmediklerinizi mümkünse en geniş biçimde belirtin.

Filler çektiğimiz her türlü maddi ve manevi sıkıntı.

     İnsanın bireysel olarak yapacağı bazı işler vardır.

     Elbette bunları yapmalıdır, ama insan aklını,dinini,dilini,derdine çareyi,mutluluğu,huzuru ancak başka insanlarla,toplumla öğrenir.

     Yüce ALLAH dünyanın her döneminde İmam-ı Azamları, Selahaddin Eyyubileri,Barbaros Hayreddinleri,Kanunileri,Mimar Sinanları,İbn-i Sinaları gönderir.

     Onları İmam-ı Azam yapan, Mimar Sinan yapan… içinde bulunduğu toplumdur,toplumun kalitesidir.Şunu asla unutmayın ki yüz bin kiloluk balinalar sadece dev okyanuslarda yetişir.Büyük insanlarda büyük yani insani  dayanışma kalitesi yüksek toplumlarda yetişir.

     Yüksek kaliteli toplum ise en yüksek katkıda bulunan bireylerle mümkündür.

     Biz evvel ALLAH hep buradayız. Katkılarınızla sizleri e hep bekliyor olacağız.

Selam ve dua ile..


  

BİZ YAZMAYALIM İNSANLARDA OKUMASINLAR

BİZ YAZMAYALIM İNSANLARDA OKUMASINLAR



"İNSANLAR ÇEVRELERİNDE OLAN HER ŞEYDEN ETKİLENİRLER."

Aklınıza gelen gelmeyen her alanda her anlamda etkilenirler.

Bu etkilenmeler iyiden kötüyü ayırt etmeden, faydalıyı zararlıdan ayırmadan,bilmediğini öğrenmeden tutunda duyarlılığın artmasına yada azalmasına kadar maddi manevi her konuyu kapsar.

Az etkilenirler çok etkilenirler ama mutlaka etkilenirler. Yeryüzünde çok az ama çok az insan kötü etkilenmelere karşı büyük direnç gösterip iyi olanları en güçlü şekilde değerlendirebilirler.

İnsanların neredeyse tamamına yakını çevrenin çok büyük etkisinde kalır.

Bunun en açık ispatı sadece 20,30,40,50 yıl öncesine bakmak değilmidir.

Bakın bakalım insanlar her konuda ne kadar etkilenmişler.

İyide hayırda mücadele etmek isteyenler söylemedikçe yazmadıkça yaşamadıkça kötüye kapı açmış olurlar.

İyinin tarafında olduğunu iddia edenlere önemle duyurulur.

  

Selam ve dua ile.

50 NÜFUSLU KÖYDE 500 DOST

 50 NÜFUSLU KÖYDE 500 DOST


Köyde doğup büyüyen her 50 yaş üstü insan bilir.Köyde akrabalarımız,komşularımız,köylülerimiz sadece bir alanda değil onlarca alanda bizim dostlarımızdı.Canın sıkılırsa derdini anlatabileceğin bir arkadaş,tarlana gidemezsen senin yerine iş görecek yardımcın,düğünün,cenazen varsa hayvanlarına bakacak,çocuklarını koruyup gözetecek bir Hızır olurlar.Bir kişi yerine göre 10 kişidir,yerine göre 30-40-50 kişidir.
Bugün şehirlerde yaşıyor çoğumuz.Çoğumuz binlerce insan tanıyoruz.Milyonlarca insanla beraberiz,ama derdimize çare,aç karnımıza lokma koyacak dosta gelince yine çoğumuz  yapayalnız kalıveriyoruz.
Hani şehirler medeniyetin sembolüydü? Hani şehirler huzurun,zenginliğin sembolüydü? Hani şehirler her aradığını bulabileceğin mekanlardı?
    İşte Sanal Kocaeli ailesi olarak BİRİNCİ SIRADA GÖREVİMİZ. İnsanlık görevi.
     İlk makalemden itibaren ahlak,akıl,birbirini kucaklayacak sevgi ve saygı nasıl verilir,nasıl kazanılır,onun derdine düştüm.Belki diğer arkadaşlarım benden bin kat fazla dertlenmişlerdir.
Gelin her güzelliği beraber paylaşalım.Parmaklarımızın ucuyla birkaç dokunuşla insanlığa dokunun,hayra,iyilik ve güzelliğe dokunun.
Selam ve dua ile.


NASREDDİN HOCA EŞEĞE NİÇİN TERS BİNER?

NASREDDİN HOCA EŞEĞE NİÇİN TERS BİNER?



Düşündüm taşındım ve neden ters bindiğini buldum.

Cevabı hem çok basit hem de çok karışık.

İnsan hiç hata yapmaz mı? Elbette yapar.

Bir şeyin sadece bir yüzünü görmek ve değerlendirmek doğru yaptığımızın kesin-mutlak gerektisi mi? Elbette değil.

Bir meseleyi olumlu olumsuz,var yok,olur olmaz diye akledebildiğimiz her yönüyle incelememiz ve ona göre karar vermemiz gerekmez mi?

Elbette gerekir.

Kimbilir kaç bin yıllık insanlık tarihinde insanlar(daha 50-100 yıl öncesine kadar)ihtiyaç duydukları her şeyi kendi güçleriyle bazende hem kendi hemde birkaç hayvan gücüyle yapmazlarmıydı?

Kesinlikle evet. Bu insanların en çok kullandıkları cümle ”sana şükürler olsun Yüce Allahım, verdiğin nimetler için”

Bugün işlerimizin çoğunu makinalar yapıyor, bilgisayarlar neredeyse insanın tüm yükünü alacak.Şükreden o eski insanlara göre BİNLERCE KAT DAHA FAZLA KAZANIYORUZ.Sadece bir günlük ekmek israfımız olan somunlar uç uca eklense atmosferi aşıyor.(Hesap edebilirsiniz)ama daha fazla,daha fazla çığlıklarından başka bir kelam yok ağzımızda.

Hoca şimdi ters mi oturuyor yoksa biz mi bir şeyleri ters yapıyoruz?


Selam ve dua ile..

HATIRLA ONİ

HATIRLA ONİ



Karadenizli,Laz fıkraları halk kültürümüzün vazgeçilmez değerlerinden biri olmuştur.Kimi zaman saflığın kimi zaman kurnazlığın sembolüdür.

     Gelsin bakalım fıkramız:

Bir Amerikalı bir Fransız bir İngiliz bir de Temel casusluk eğitiminden geçmektedir.

Sıra mukavemet eğitimine gelmiştir.Her bir ajana ayrı ayrı bir sır verilmiş ve işkence altında bile olsa sırrı ifşa etmemeleri istenmiştir.

     İşkence başlar ve Amerikalı bir saatte Fransız iki saatte  İngiliz üç saatte acıya dayanamayarak  sırrı ifşa ederler.

     Temel saatler geçtiği halde sırrını saklamaktadır.

     Bütün hudutlar aşılmış ve hayretlerden hayretlere geçilmektedir ve bir türlü Temel sırrını vermemektedir. İşkence heyet-i umumiyesi oy birliği ile karar verirler ve Temel’i ayrı tutulduğu odada gizlice izlemeye başlarlar. Odaya alınan Temel kafasını var gücüyle duvarlara vurmaktadır ve bir taraftan en yanık sesiyle inlemektedir:

Hatırla oniiii    hatırla oniii   hatırla oniii ……

     İnsanlarımız binbir dertle karşı karşıyadır, bazen yüksek sesle bazen kendi kendine haykırmaktadır:

     Çöz oniii çöz oniii



     Dertleri çözmenin de bir sürü yolu vardır. Ama bütün çözüm yolları ahlaktan,akıldan ve bilgiden geçer.

Bizimde yaptığımız ahlak akıl ve bilgi konusunda hizmet sunmak değilmidir?


Selam ve dua ile.

TESBİHİNİ KIRAN DERVİŞ.

TESBİHİNİ KIRAN DERVİŞ.


  
    Geçen gün bir hikaye anlattılar.

     Efendim. Zamanın birinde bir derviş varmış. Elinde tesbih zikrede zikrede giderken yolunun üstünde bir kıza rastlamış. Kızın elinde bir sepet ,sepet içinde  bir sürü elma.

     Bir sepet elmayla nereye gittiğini sormuş derviş genç kıza.

     Kızda sevdiği delikanlıya elma götürdüğünü söylemiş.

     Sevdiğine kaç elma götürüyorsun?

     Hiç insan sevdiğine verdiğinin sayısını tutar mı?

     Bu söz üzerine derviş sayı tutmak için çektiği tesbihi kırmış atmış.

     Derviş doğru yapmış ama bence dervişin sevdiğine yürüyeceği daha çok uzun bir yol var.

     Sevgili derviş. Tesbihi kırıp atman yetmez. Sen işin aslına dön de nefsindeki taneleri kır bakalım. O zaman tekrar başla zikrine.

     Öğreneceksin ve göreceksin ki birden başka sayı yok, birden başka kelam yok.


Selam ve dua ile.

SAMANLIKTA İĞNE.

SAMANLIKTA İĞNE.



Nasreddin Hoca samanlıkta iğnesini kaybetmiş ama avluda(bahçede)bir şeyler ararken insanlar merakla sormuşlar.

Hocam ne arıyorsun?

İğnemi kaybettim,onu arıyorum.

Hocam bizde yardım edelim.İğne nerede kaybolmuştu?

Samanlıkta.

Aman hoca samanlıkta kaybedilen iğne avluda aranır mı?

Ne yapayım. Samanlık karanlık hem de her yer ot saman.Burada aramak daha kolayıma geldi.

     Nasreddin Hocanın beklide en hikmetli fıkrası budur.

İnsanoğlunun istisna sayılacak hatta istisnanın da istisnası sayılacak kadar bir kısmı zora talip olur.

İnsan fıtratı gereği kolayı işine geleni seçer.

Ama dünya hayatında her şey asla kolay değildir.

     İşin gerektirdiği her ne ise onun gereğini yapmadan asla arzu edilen sonuca ulaşamayız.

     Şartların zorluğu cesaretle azimle,istikrarlı çalışma,gayretle aşılabilir.O zaman zor kolay hale gelir.

    Kolayların bir kısmı başarısızlıkla bir kısmı hüsran ve ümitsizlikle ama bir kısmı da felaketle sonuçlanır.

     Sakın kolayına kaçma, zora talip ol ve kolaylaştır.

Kolaylaştırmak dinin  emri.


Selam ve dua ile.

SEVGİ NE DEMEK?

SEVGİ NE DEMEK?


     Geçmiş makalelerimden birinde Şems-i Tebrizi’nin bir sözüne yer vermiştim.
Şimdi birini daha arz etmek imkanı doğdu,buyurun beraber okuyalım:
“Kalp ruha der ki: Ben severim,aşık olurum ama acısını nedense hep sen çekersin.
Ruh da cevap verir:SEN YETER Kİ SEV.”
     Şimdi gel de sevginin ne olduğunu araştırma.
Her şeyden önce sevginin nefsani bir sevgi olmadığı çok açık.Nefsani olan her şey gelip geçicilikten ve bencillikten ibaret bir şey.Neden?Çünkü nefsin birinci sırada birkaç özelliği sayılırsa ilk sırada bencilliği sonra da gelip geçici tavrı gelir.
     Herhalde buradaki sevgi Yüce ALLAH’ın kullarına lütfettiği ALLAH sevgisi.Ama bu sevgide büyük bir nefsi mücadele olmadan kazanılmıyor.
Tasavvufa mı girdik ne!
Kalbi mutmain olanlara selam olsun.
Dua ile… 


MARİFET KAVUKTAYSA...

MARİFET KAVUKTAYSA...


Nasreddin Hoca’ya okuması için bir mektup getirirler. Mektup karman çorman bir şeydir.Hoca evirir çevirir,kafasını kaşır,sakalını sıvazlar,kem küm eder ama bir netice çıkmaz.
Ahali dayanamaz, yapıştırır yaftayı.
Bre Hoca!..Kafandaki (alim) kavuğundan utan! Bir basit mektubu okuyamadın der.
Hoca hazır cevap.
Madem marifet kavukta al kavuğu sen oku.
Hoca’nın her hikayesi bir alem,her hikayesi bir büyük ibret.
Günümüzde de insanlar şekle takılarak pek çok nimetten mahrum kalıyorlar.
Dünya üzerinde hiçbir nimet tersiz,cefasız elde edilmez.
İnsanların ne olduğuna değil hangi alanda ter döktüğüne bakın.
Parayla kavuk alabilirsiniz ama parayla hikmet alamazsınız.

Hayat hikmettir.

Ter dökene,cefayı göze alana.

Selam ve dua ile.


DÜNÜN HELVASI BUGÜNÜN KREDİ KARTI

DÜNÜN HELVASI BUGÜNÜN KREDİ KARTI


Nasreddin Hoca'nın meşhur fıkralarındandır.
Hoca'nın canı helva çekmiş,helvacı dükkanlarının önünden geçerken dükkan sahiplerinin buyurun hocam,buyurun hocam isteklerini kıramamış.
Afiyetle karnını doyurmuş,çekip giderken dükkan sahibinin Hocam "helvanın parasını vermedin"...

Hikayeyi uzatmaya hiç gerek yok.Hoca'yı bir güzel dövmüşler,Hoca bir taraftan ah of edip yürürken diğer taraftanda söyleniyormuş.Yahu ne tuhaf adamlar.Önce helvayı yediriyorlar,sonrada kızıp bir güzel sopa çekiyorlar.

Ülkemizde son yirmi yılda kredi kartları ile halkın nasıl cezbedildiği sonrada nasıl mağdur olduğunu düşününce aklıma Hoca'nın bu fıkrası geldi.

Hey gidi Hoca!

500 sene 1000 sene sonra olabilecekleri kestiriyorsun ya,helal olsun sana.

Bu sefer selam ve dualarımız Nasreddin Hoca'ya.


Tekrar ALLAH rahmet eylesin

İŞİN SIRRI

İŞİN SIRRI


Abdulhamit Bey neden sizde diğer insanlar gibi doğrudan kendi fikrinizle konuları anlatmıyorsunuz da illa Nasreddin Hocaya,bir alime,bir zalime,bir dervişe söylettiriyorsunuz?

     Bu ve benzeri sorulara şimdi cevap veriyorum.

     Ben alim değilim ama alimlerle sohbet etmeyi de ihmal etmem.

     Zamanın birinde bir alim söyledi.

Bak dostum! Eğer anlatacağın şey çok önemli çok değerliyse bunu sakın kendi üstünden anlatma.

     Senin düşmanın zaten ön yargıyla anlattığını anlamaz, anlamak konusunda direnir garezinden dolayı.

     Dostların ise yaptığın kusurları görmezlikten gelir senin kemalatının yolunu keser.

Sen olmayan birinin üzerinden anlatırsan ona ne dost nede düşman olmadıklarından

DUYGULARIYLA DEĞİL AKILLARIYLA DİNLERLER.

İşte bu öğüdü tutmamın sebebi.


Selam ve dua ile..

İLMİ TIBBİYYEN...

  İLMİ TIBBİYYEN...


     Osmanlının son dönemi.Belki birinci cihan belki takip eden zamanlardaki cephe savaşlarından biri.Bölüğün birinde bir katır ölür.Sakın katır deyip hafife almayın.O dönemde insandan çok daha kıymetli.Ağır makineli tüfek taşıyor,cephane taşıyor,o askerin yiyeceğini taşıyor vesaire.Yani bir bölüğün bel kemiği,olmazsa olmazı.
Bölüğün Veterineri olan Mülazım(şimdiki adıyla) Teğmen,bölük kumandanına haber veriyor.Haberi duyar duymaz bölük kumandanını bir korku sarıyor.Şimdi nasıl izah edecek Tümen Paşasına katırın öldüğünü.Nereden yeni bir katır bulacaklar?

     Bölük kumandanı bütün yükü Veterinerin üstüne bırakıyor,sen hallet bu meseleyi,sorumluluk senindir diyor.Biçare Baytar aklına gelen tek şeyi yapıyor ve tam üç sayfa bir rapor düzenliyor.,Rapor Tümen Paşasına arz ediliyor.Tümen paşası her satırı okudukça kızarıyor,bozarıyor,eli ayağı titriyor çünkü rapor tamamen latince kelimelerden oluşmuş ve en sonunda işte bu sebeplerden katır ölmüştür yazıyor.
Tümen kumandanı ağzından köpükler saçarak avazı çıktığı kadar bağırıyor:
Bire Mülazım! İlmi tıbbiyyen(tıp bilgin)başında parçalansın.Çabuk bana işin aslını söyle!Bu katır niye öldü?
Hikaye burada bitiyor şimdi bu sütunlarda yazan bizlere sizin sormanızı bekliyoruz.
     İlmi siyasetiniz,ilmi diyanetiniz sizin olsun.Bırakınız ahlak kalmadı,akıl tutulması var,bilgiyi talep eden yok tesbitlerini.Bize ahlak nasıl kazanılır,akıl nasıl kullanılır,bilgi nasıl değerlendirilir siz onu anlatın.
     Marifet iltifata tabidir.Yeterince talep gelirse pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.

Selam ve dua ile.

7 Ekim 2015 Çarşamba

BAYRAM...

BAYRAM...


“Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.” M.Akif

İçin için ağlayanlar, karşısındakini ağlatamayanlar.
Kan ağlar içleri, dışa yansıtamazlar.
Zordur onların hayatı…
Hissederler iliklerine kadar gerçeği,söyleyemezler.
Aslında her şey kalblerindedir onların.Ama dillerinden kelimeler dökülmez.
Acıtır yüreklerini  gerçekler.Kanatır  yaralarını, ama hep susarlar ve için için ağlamaya devam ederler.
Ağlayanların gözyaşlarını dindirmek,gönüllerine  mutluluk serpmek,yeniden hayata bağlamak onları.
Bayram,buna vesile değil mi?
Öyleyse gelin bu bayram , için için ağlayanların gözyaşlarını silmeye çalışalım.
Hissedip söyleyemeyenlerin konuşmalarını sağlayalım.
Gelin bu bayram en yakınlarımıza bakalım, hemen yanı başımıza..
Bir kez de olsa onlarla bayramlaşalım, onların bayramlarını kutlayalım.
O zaman bayramımız belki bayram olur.
KURBAN BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN.
Selam ve dua ile.


KABINI GENİŞ TUT..

KABINI GENİŞ TUT..


     Hikaye güzel olunca rivayetlerde çeşitli ve zengin oluyor.

     İşte buna güzel bir örnek;

Bir alimin her şeyden şikayet eden bir öğrencisi varmış.

     Öyle böyle değil, başına her ne bela geldiyse abartarak yakınır dururmuş.Bu gidişatın iyi olmadığına kanaat getiren hocası talebesine güzel bir ders vermek istemiş.

    -Evladım.Git bana bir bardak su ve bir avuç tuz getir demiş.Malzemeler gelince;

-Şimdi tuzu bardağın içine koy iyice çalkala,tuz erisin demiş.

İş tamam olunca da,

-Şimdi iç bakalım bardaktakini.

Öğrenci bir yudum almış fakat düzgün yutamamış bile.

     Hocam.Bu su içilemeyecek kadar acı geldi bana.

    -Evladım  şimdi bana yine bir avuç tuz getir.Talebe tuzu getirince de;

-Düş bakalım önüme.

Göl kıyısına gelmişler.

-Evladım şimdi elindeki tuzu göle at bakayım, sonrada gölden avuçlarınla su al ve iç.

Öğrenci denileni yapmış ve;

-Hocam su çok tatlı demiş.

-İşte evladım. Alman gereken ders budur.Her iki durumda tuzun miktarı aynı idi.Ama kap değişince tadı da değişti.

-Kabını geniş tut evladım..


Selam ve dua ile..

YA TUTARSA

YA TUTARSA


 Nasreddin Hoca’nın göle maya çalma hikayesini bilmeyen pek yoktur.Bilmeyenler varsa yine Hoca’nın bir başka hikayesinden karşılığını verelim:Bilenler bilmeyenlere anlatsın.


    Dönelim konuya.Hoca göle niye maya çalıyor.Ya tutarsa! Yani hedef büyük.Zaten hikayeden maksatta bu.Büyük düşünmek.

Lütfen  her insan şöyle etrafına bir baksın. Bilim ve teknoloji alanındaki hangi buluş hangi gayret küçük diye.

    Asla bulamayacaklardır. İnsanı ve insanlığı etkileyen her çalışma büyüktür.

     Şimdi kendimize dönelim ve şu soruyu kendimize soralım

     Maddi ve manevi hangi konularda ne kadar büyük düşünmüşüz, neleri gerçekleştirmişiz,nelerden insanlar çok etkilenmişler,yoksa sadece Hoca’nın fıkrasını komik ve saçma bulup yahu ne garip adamsın hoca deyip gülüp geçmişmiyiz.

     Bu aralar Hoca’ya takmış durumdayım.Ne yapayım beni her hali etkiliyor.

Yüreğine sağlık Hocam.


Selam ve dua ile.

HOCA’NIN İKİ KIZI.

HOCA’NIN İKİ KIZI.



Malum hikaye Nasreddin Hoca’nın iki kızı varmış, birini çiftçiyle diğerini çömlekçiyle evlendirmiş.

Kızlarını birer birer ziyaret etmiş Hoca.Çiftçinin evinde eller açılmış,Ya Rabbi! Bolca rahmetini indir de mahsulümüz yetişsin.

Çömlekçinin evinde.Ya Rabbi! Çömlekleri yeni yaptık.Havalar kupkuru gitsin de çömleklerimiz bir an önce kurusun.Kurusunda kursağımız aş görsün.

Hikayenin geri kalanını anlatmaya ne hacet.

İnsanoğlu kendisi kadar başkalarının hallerini de  görmedikçe ve sabretmedikçe ne mutlu olur nede emeline kavuşur.

Yüce Allah mahsulü yetiştirecek rahmeti de indirir, çömleği kurutacak olanı da verir.Yeter ki siz üstünüze düşeni adam gibi insan gibi yapın.

Ve asla ümitsizliğe düşmeyin.

Ve şunu hiç unutmayın.

İnsanlığın başlangıcından beri çiftçide yaşamış çömlekçi de.

Kendi hesabınızı ancak Yüce Allah’ın hesabından sonra yapın.


Selam ve dua ile..

PADİŞAH VE ALİM..

PADİŞAH VE ALİM..


 Padişah bir gün yanında avanesi olduğu halde deniz yolculuğuna çıkıyor.

    Gemiye biner binmez kölelerinden biri avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor.
Gemi her dalga yediğinde kölenin sesi bir kat daha yükseliyor.Padişahın ne kadar adamı varsa seferber olmuşlar köleyi susturmaya çalışıyor fakat ne yaptılarsa bir türlü susturamıyorlar.
Durumdan Padişahta haberdar oluyor ve bu duruma canı çok sıkılıyor.
   Çaresizlik içinde bir o yana bir bu yana adımlarken gemide bulunan alim bir kişi padişaha:
-Sultanım,eğer müsade buyurursanız ben kölenizi sustururum diyor.
   Zaten çaresizlik içindeki padişah alimin önerisini hemen kabul ediyor ve buyur,müsade senin,istediğini yap diyor.

Alim kişi padişahın adamlarına;
-Tutun şu köleyi,atın denize diyor.
Adamlar hemen köleyi denize atıyorlar.Köle başlıyor suda çırpınmaya.Boğuldu,boğulcak.Yeterince beklediğini düşünen alim talimatını veriyor ve;
-Çıkarın şu köleyi sudan diyor.
Köle sudan çıkartılıyor ve bir köşeye siniyor.Bütün yolculuk boyunca gıkını bile çıkarmıyor.
   Padişah hayretler içinde soruyor.
-Ey alim kişi,Biz bu adamı susturabilmek için neler yapmadık ama yine susmadı.Şimdi ne oldu da hiç sesini çıkarmadan sakince oturuyor?
   Alim cevap veriyor.
Sultanım.Bu köle daha önce boğulma acısını hiç yaşamadığı için gemide bulunmanın emniyet ve selametinin kıymetini bilmiyordu.
   Hay ALLAH! Ben bu yazıyı kime ve ne için yazmıştım.Hikmetini unuttum.
Okuyucularıma zahmet.Bu sefer siz çıkarıverin..

Selam ve dua ile...

TUZ MASALI

TUZ MASALI


Hemen hemen hepimizin bildiği bir masaldır.Bir padişahın üç oğlu vardır ve bir gün babaları çocuklarına –imtihan etmek için- şöyle der:

Söyleyin bakalım,beni ne kadar seviyorsunuz?

Birincisi babacığım seni en değerli maden olan altın kadar seviyorum, diğeri seni elmas kadar seviyorum,en küçüğü ise:Babacığım seni tuz kadar seviyorum der.

Padişahın bu cevaba oldukça canı sıkılır ve küçük oğlunu saraydan uzaklaştırır. O artık yalnız yaşayan ve tuz diyarının tek varisi olan bir prenstir.Ülke altınlara,elmaslara boğulur,diğer taraftan tuz kaynakları tek tek kurur.Bütün saray halkının ağzının tadı kaçmıştır.Zenginliklerin hiçbir değeri kalmamış tussuz bir hayat tatsız bir hayat olmuştur.

İşin farkına varan padişah oğlundan özür diler ve onu saraya tekrar getirtir.Masal mutlu sonla biter.

     Bugün yaşadığımız dünyada elbette maddi sıkıntı çeken insanlarda var. Ama bilim ve teknolojinin çok gelişmesi sonucunda ister Kaf Dağının ardında ister gerçek olsun yada yaşamış hiçbir kralın sahip olamadığı sayısız nimetler içindeyiz.80 günde devrialem değil bir günde devrialem yapabileceğimiz vasıtalarımız var.El şaklatıp bir gün eğlence için beklememize gerek yok.Parmak ucuyla ve bir hareketle internet üzerinden dünyanın bütün eğlencelerini gözümüzün önüne getirebiliyoruz.

     Diğer taraftan tuz gibi sadece ağzımızın tadı kaçmadı.İnsanlığımızı bütün insani değerlerimizi kaybettik.

ALLAH’ım ;Ben bütün insanlarla beraber ne kadar mutluyum diyebilen bir insanı HAYAL BİLE edemiyoruz.

Sorunumuz basit tuz sorunu değil koskaca bir insanlığın sorunu.


Selam ve dua ile.  

YÜZME BİLİR MİSİN?

YÜZME BİLİR MİSİN?


Çok bilmişin biri bir kayığa binmiş seyahat ediyordu kayıkçı dışında kimse yoktu çok bilmişin karşısında.
Şunu bilir misin,bunu bilir misin,şundan anlar mısın diye durmadan kayıkçıyı sorguluyordu.
Kayıkçı soruların hepsine de hayır cevabı verdikçe de eyvah! Ne yazık! Ne cahillik! İnsan bunları bilmezse olurmu diye çıkışıyordu.
Aradan zaman geçmiş kıyıkçı bunalmış, deniz kabarmış yolculuk yarıya gelmiştir.
Kayıkçı gayet sakin bir şekilde sorusunu sordu,,.
Beyefendi.Bir an için şu soru sormayı bırak.Bir soruda ben sana sorayım.
Buyur,sor.
Yüzme bilirmisin?
Bilmem .Ama niye böyle bir soru sordun ki?
Kayıkçı yine sükünetle cevap verir.Deniz böyle kabarmaya devam ederse birazdan kayık batar da onun için sordum.
?!!!!...
Çok şey bilmek gerçekten marifet değildir.Hayat sanıldığından daha kısa,çalışmak için vakit sanıldığından daha dardır.
Önce neyi bilmen gerektiğini öğren,sonra bilgiye yüzünü çevir,yoksa lüzumsuz bilgi seni denizin ortasından kurtaramaz.
Selam ve dua ile.
  



KAPASİTE MESELESİ

 KAPASİTE MESELESİ

Dini hikayeler içinde en meşhur olanlardan biride İsm-i Azam duası ile ilgili olan bir kıssadır.
     Bir gün ALLAH dostlarından birinin kapısını akıl fukarası biri çalar.
-Efendim,bana İsm-i Azam duasını öğretin der.
-Ne yapacaksın öğrenince?
-Ben duydum ki İsm-i Azam duası ile dua edilince Yüce ALLAH her dileği yerine getiriyormuş.Bende kendime iş,gönlüme eş,yoluma yoldaş…kısaca neye ihtiyacım varsa onları isteyeceğim.
   Yüce ALLAH’ın akıl nimetini yağdırdığı insanın yaptığına bir bakın.
-Tamam.Ben sana öğretirim.Ama önce şu torbada olanları üç günlük mesafede bulunan filan dostuma teslim et gel,ben de sana duayı öğreteyim.Ama, sakın ha! Yolda torbayı açmaya kalkma.Emaneti sapasağlam teslim edebilirsen duayı öğretirim.
Tamam mı? Tamam.
     Bizimki torbayı almış,hemen yola çıkmış.Sevinç içinde yol alıyormuş.Ne güzel iş amma:
     Küçük bir torbayı götür gel,karşılığında tüm dileklerinin karşılanacağı duayı al.
     Yolculuğun daha ilk saatlerinde içine bir merak düşmüş.Acaba şuncacık torbada ne var ki,koca duayı bunun karşılığında alacağım.
     Yola devam ettikçe merakı da dayanılmaz boyuta gelmiş.Ne var ki açıp baksam? Sonra yine kapatır,yola devam ederim.Merakına yenilmiş,torbayı açmış ve zaten sıkıntıdan çatlamış fareler bir o yana bir bu yana yıldırım gibi fırlamış.Tabi ki hiç birini tutamamış.Boynu bükük Velinin huzuruna çıkmış.
-Ne oldu?
-Torbaları açtım,fareler kaçtı.
-Oğlum.Sen daha üç fareye sahip çıkamıyorsun,koskoca İsm-iAzama nasıl sahip çıkacaksın?
     Acaba bu meselde anlatılanları günümüze çevirirsek,kendi nefsimize döndürürsek ne anlamalıyız?
     Sıradan düşünenler şunu söylerler. Efendim,insanın kapasitesi neyse onu bilmeli,ona göre hareket etmeli.İsm-i Azam her insanın taşıyabileceği bir yük değildir…..İnsan önce düşünmeli,koskoca İsm-i Azam’la acaba ne istenmeli.. falan filan.
     Yüzlerce farklı cevap verilebilir.Bize göre ise durum şudur;
     İnsan kendinde yaratılan özelliklere bakmadan,kendi dışında değer,kıymet arar.
     İnsan içinde yaratılmış nice Azim nimetler vardır.Bunları ortaya çıkarıp değerlendirmeden dışarıda Azam aramak akılsızlık değil de nedir?
Nankörlük değil de nedir?
Zengin bir insan bir ikram ettiğinde insanlar şaşkına dönüyorlar.
İkram eden nimeti sonsuz Yüce ALLAH olacak.  Sizi yaratacak,size YÜCE NİMETLER VERECEK,ama siz kendi içinizde yolculuk yapıp bunları çıkarıp işlemek yerine değeri dışarıda arayacaksınız?
Ne akıl?
Selam ve dua ile. 


Hacmi küçük fikri büyük bir karşılaştırma…

Hacmi küçük fikri büyük bir karşılaştırma… 


      Değerli okuyucular, kendi sütunumda yayınladığım makaleler bazen bir kaç bin yıl öncesinin izlerini taşıyor bazen kaf dağının ardından akıllarımıza, vicdanlarımıza sesleniyor.

Kısaca her yazar arkadaşım günümüz olaylarını yazarken ben gündemin dışındayım.

      İşte sebebi: Bilgilerin en ideal biçimde sindirilmesi. Yani anlaşılıp hayata geçirilmesi.

Bir örnekle açıklayayım; Vücudumuza  aldığımız her türlü gıda önce sindirim sisteminden geçer çünkü vücudun ihtiyacı olan gıdaya dönüşebilmesi, vücudun işine yarayabilmesi  için belli işlemlerden yani sindirimden geçmesi gerekir.

     Gıda ne kadar değerli  olursa olsun sonucu belirleyen ne kadar kaliteli sindirdiğimizdir. Yani son sözü sindirim organları söyler.

     Bilgide öyledir. Doğrudan bilgiyi almakla hiçbir fayda sağlayamayız. Mutlaka o bilginin akıl yürütülerek, çeşitli karşılaştırmalar yapılarak, düşünülerek vs. sindirilmesi gerekir.

     Benim yazmaya gayret ettiğim yazılar sindirim sistemimizi geliştirici yazılardır. Zaman zaman güncel dünyanın akışına kapılıp olaylarıda yazabilirim, ama asıl gayem tefekkürü öne alan yazılar yazmak.

     Hacmi küçük fikri büyük bir karşılaştırma ile bugünkü yazımı sonlandırayım.

Tavşanın düşmanları: yer altı, yer üstü, su ve havada yaşayan bütün yırtıcılar.

Aslanın düşmanları: Yok. Neden? Tavşan zayıflığın sembolü, aslan gücün sembolü.

Soru: Zayıflığın sembolü olan tavşanın nesli tükenme riski yok, gücün sembolü olan aslan ise büyük risk altında. Yani yaşam savaşında tavşan bir adım önde aslandan  Neden?..


    Sevgi  ve saygılarımla.

Fazla ciddiye almayın şu hayatı,nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız.

Fazla ciddiye almayın şu hayatı,nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız.

                                                                                                                       N.F.Kısakürek

Bu cümleden çıkarılanlar:

(Arif abi ve zibidiler )

Abi her kim söylemişse doğru söylemiş,bu lafın üstüne içilmez de ne yapılır?

Peki günlük dünya hayatı.Bari demlenenlimde adam gibi geçirelim.

-Valla bence şöyle anlamak lazım..Dünya hayatı geçici.Kendini fazla yormaya gerek yok.Çalış çalış nereye kadar.

-Abi sen ne dersin.Baksana birileri demlenelim diyor,diğeri yan gelip yatalım diyor peki biz ne yapalım.

Gerçektende burada hayat nasıl olsa  geçici,ölüp gideceksin.Fazla hırslanmamı demek istiyor?

Ne bileyim oğlum! Bende öyle anladım ama koskoca Necip Fazıl herkesin bildiği şeyi tekrarlamak için söylememiştir herhalde.İstersen gel bizim mahalledeki Arif Abiye soralım.

Adamın adı Arif,Soyadı Alim.İsmiyle müsemma bir adam.Verse verse o doğru cevabı verir.

Arif Alim Abinin mekanında:

-Selamunaleyküm Arif Abi

-Aleykümselam

-Necip Fazıl şöyle demiş,sen ne dersin?

-Hıı?

-Arif Abi bunun manasını soruyorum.

-Gidin başımdan!

-Abi !Allah aşkına çok merak ettikte!

-Allah aşkına dediğiniz için cevap vereyim ama sakın bir kere daha bana soru sormayın.

-Tamam abi.Nedir cevap?

-Yüce ALLAH’ın biz insanlar için yarattığı dünya ciddiye alınmaz mı? Üstadın demek istediği basit manasıyla şudur:Nefsin isteklerini ciddiye almayın çünkü dünyadaki zevkler nefsin eseridir,eğer nefsinize düşerseniz cehennemden çıkamazsınız demektir.Siz bu kadarını anlayın yeter.

-Arif abi,demek ki daha derin manasıda var,onuda söylesene.

-Arif Abi  irice bir odunu kapar ve soranlara doğru yürür….zibidi.Hayatında öğrendiğin bir şeyide yaşa size kırk kere söylüyorum.Kitap taşıyan eşek demek ilmiyle amel etmeyen ve ilmini bir yük olarak sırtında taşıyan ahmak demektir diye.

….zibidi.Yine bir yük daha yüklendi.Alacak lafı gezdirecek!

Affet ALLAH’ım

Saygılarımla.



ELÇİYE ZEVAL OLMAZ

ELÇİYE ZEVAL OLMAZ.

Erbakan haftası nedeniyle bende arkadaşlarım gibi bir makale kaleme alayım diye düşündüm.

     İnsanı duygulandıran,çoşturan,ibretle doyuran yazıları beni çok etkiledi,ama makale yazmadaki prensiblerim daha ağır bastı ve şimdi okuyacağınız bir metin ortaya çıktı.

     Bindim Hüdhüdün üstüne geçtim Kaf dağının ardına.Az gittim uz gittim aradığım bilgeyi buldum sonunda.

     Doğrudan sohbete başladık.Ben sordum o söyledi.Erbakan Hocayı,Milli Görüşü,taklitçiliği kendi bulunduğu yerden anlattı.

     İşte satırbaşlarıyla anlattıkları:

-Her insan,her millet,her devlet,her medeniyet önce inanclarından bir bedene bürünür,sonra bedenin içine aklını,fikrini,zekasını,gayretini koyar.Yani senin anlayacağın kainattaki her fikrini,her sözünü,her halini(durumunu,yaşantısını) inançlarına göre şekillendirir.

     Siz bir insandan bir milletten bir devletten bir medeniyetten bir kereliğine bir şey almakla asla onların inançlarınıda almazsınız,hatta yüzlerce kere almaklada inançlarını almazsınız,ama sistemli bir şekilde (daimi) olarak onlardan beslenirseniz eninde sonunda ama mutlaka onların inançlarını aldığınız miktar kadar çok yaşarsınız.Bu mutlaka olur.

     Kesinlikle bu halle hallenirsiniz asla bundan kaçamazsınız. Eğer söylediklerimi kendin ispat etmek istiyorsan ALMAYA BAŞLAMADAN ÖNCEKİ MEMLEKETİN HALİNE BAK,ALDIKTAN SONRA (BUGÜN)BİR BAK.Gayet açık ve mutlak ne kadar aldığın.Ama mutlaka göreceksindir.

     İşte Milli Görüş bunun için lazımdır. Benim kendime ait bir dinim var  diye iddia eden her insan-eğer münafık değilse- mutlaka ihtiyaç duyduğu her şeyi (maddi-manevi) kendisi üretir,böylece inancınıda korumuş olur.

     Elbette her insan bilim,teknoloji,siyaset üretemeyebilir,bu gayet normaldir,ama o zamanda üretenlere maddi- manevi destek verir.Sadece seviyorum demekle asla Milli Görüşçü olunmaz.

     Ne kadar üretebiliyorsanız o kadar Milli görüşçüsünüz demektir,ne kadar milli görüşçüyseniz o kadar inancınızı yaşayabiliyorsunuz demektir.

     Milli Görüşün asıl düşmanları asla milli görüşe karşı çıkanlar değildir,asıl hainler seviyorum deyip HİÇ BİR ŞEY ÜRETMEYENLER,ÜRETENLERİ DESTEKLEMEYENLERDİR..

     Sohbetin kısa bölümünü burada kestim.Elçiye zeval olmaz ben bana aktarılanı aktardım.

Milli Görüş Lideri Muhterem Hocamıza  bir kere daha Yüce ALLAH’tan rahmet diliyorum.


Selam ve dua ile.  

EDEP-İNSAN

EDEP-İNSAN

     "İnsanoğlunun edepten nasibi yoksa insan değildir.İnsan ile hayvan arasını ayıran edeptir."Şems-i Tebrizi'ye ait olan bu iki cümleyi duyupta etkilenmemek olurmu?

     Her insanın kendisine şu soruyu sorması lazım:Ben başka insanlar tarafından değerlendirilirken acaba hangi kelimelerle tasvir ediliyorum?

İster iyi ister kötü özelliklerim olsun,ister birinci ister sonuncu sırada olsun-eğer-edepli sözcüğü ile tanımlanmıyorsam yazık bana ,yuh baha.

     Gerçi edebi hayatından tamamen söküp atmış biri için bir başkasının edebi ne kadar görülebilirki?

     Yinede insanların çok zeki,çok bilgili sözlerine değil,çok da değil ama edepli değerlendirmesini hiç bir şeye değişmem.

Selam ve dua ile

DOMUZ ÇOBANI!

DOMUZ ÇOBANI!

Bursalı bir hafız İslami İlimler tahsili yaparken Osmanlı Rus harbi patlak veriyor ve hafızda askere alınıyor. Kuzey cephelerinden birinde savaşırken Ruslara esir düşüyor.Elbette esaret hayatı hafıza çok ağır geliyor ama bunun da üstüne domuzlara çobanlık etme vazifesi verilince boynu bükülüyor ve hem ağlıyor hem de çobanlık vazifesini mecburen sürdürüyor.

Günlerden bir gün bulunduğu yerin yakınındaki yoldan bir fayton geçiyor. Çobanı görünce duruyor ve faytondan bir papaz iniyor,hafıza yaklaşıyor.

-Evladım.Niçin ağlıyorsun,kimsin,derdin ne..

Hafız başlangıçta papaz efendiye derdini söylemek istemiyor ama papaz ısrar edince olanı biteni anlatıyor. Hafızı dikkatle dinleyen papaz sözün sonunda;

-Evladım. Seni bu esaret hayatından kurtarayım mı?

Hafız duyduklarına inanamıyor ve hikayeyi kısa keselim papazın teklifini kabul ediyor.

     Papaz hafızdan bir ricada bulunuyor.

-Bak evladım. Sen bunca zamandır vatanından  ailenden ayrı düşmüşsün.Önce şu 20 altını al,dilediğin gibi harca.Senin olsun.Yalnız şu keseyi de al,içinde 100 altın var.Bunu da Bursa’ya vardığının ertesi sabahında, sabah namazından sonra herkes çıktıktan sonra siyah hicaplı bir hanım seni cami içinde bekleyecek,ona ver.Buda emanet kese.

-Sıkı tutun bana,yum gözünü,aç gözünü..Hafız bir anda kendini Bursa’nın girişinde buluyor.Doğruca evine koşuyor Ertesi sabah oluyor.Emanette yanında olduğu halde camiye giriyor.Namazlar kılınıyor.Herkes camiden çıkıyor tıpkı papazın dediği gibi siyah hicaplı bir hanım cami içinde bekliyor.Hafız hanımın yanından geçip gidiyor.

     Ertesi günü yine camiye gidiyor. Namazı kıldıktan sonra hanımın yanından geçerken hicabın altından bir ses işitiyor.

-Sana emanet edilen keseyi vermeyecekmisin ey hafız.

     Hafız 100 altının olduğu keseyi değil de kendine verilen 20 altının olduğu keseyi kadına uzatıyor.

-Hafız efendi sana emanet edilen kese bu değildir.

     Hafız başlıyor bağırmaya..

     Al be kadın! 20 altın neyine yetmiyor…

     Kadın hicabını kaldırınca ak sakallı papazın siması gözüküyor.Bunu gören hafız düşüp bayılıyor,kendine geldiğinde ise bir elinde değnek,üstünde aba olduğu halde domuzların ortasında buluyor kendini.

Başlıyor daha yüksek perdeden feryat etmeye:

-Ah hafız. Sen bunu hak ettin.Sen bu domuz çobanlığını fazlasıyla hak ettin.

Üzerimizde nice emanetler var. Acaba biz neredeyiz?


Selam ve dua ile..

DERİN DÜŞÜNME

DERİN DÜŞÜNME

Cebinde 3-5 kuruşun varsa yemek için düşünmene hiç gerek yok. Peynir ekmek alırsın açlığını giderirsin. Peynir pahalıysa domates ekmek yersin olur biter.Domatesede paran yetmiyorsa sadece ekmek yersin.Eğer taze ekmeğe paran yetmiyorsa 3 kuruşluk ekmeği 2 kuruşa bayat ekmek olarak alırsın yine sorunu halledersin.

     Bilgi ve düşünmenin ne ucuzu olur ne pahalısı olur nede alternatifi olur.

     Bilgi ve düşünmenin kendine özgü bir bedeli vardır, o bedeli ödemedikçe asla arzu ettiğin değere kavuşamazsın.

     Yaşlı adam talebesine bir ders vermek için meşhur bir hikayeyi anlatır:

Zamanın birinde bir padişah varmış. Kendi halkının aklını,fikrini öğrenmek istemiş.Sarayın girişine yakın bir yerde yol üstüne büyük bir kaya koydurmuş kimse görmeden.

     Ertesi gün ağalar beyler sarayda işi olanlar tek tek, üç beş,küçük grup büyük gruplar halinde piyade atlı,arabasız,arabalı saraya gelmeye başlamışlar.Yol üstündeki kaya hepsinin yollarını kesmiş.Zor bela saraya ulaşmışlar.Herkes bu durumdan şikayetçi olmuş ama hiç kimsede bir tedbir geliştirmemiş.

     Saraya zerzevat getiren bir çiftçi yolun ortasında kayayı görünce yükünü hemen oracığa bırakıvermiş ve kayayı bir bir güçlükle ite kaka yuvarlaya, yuvarlaya kenara çekmiş.Geriye dönüp zerzevat küfesini alacağı zaman kayanın konduğu yerde bir deri kese fark etmiş.Keseyi eline almış açmış.İçinde çil çil altınlar ve bir name bulmuş.

     Her kim bu kayayı yoldan çekerse kesedeki altınlar onun olsun yazılıymış. Mühür yerinde ise padişahın mührünün damgası varmış.

     İşte oğlum, masal burada bitti.Şimdi düşün bakalım.Bu masaldan hangi ibreti çıkartalım? Talebe hiç düşünmeden cevap vermiş. Aman Hocam! Bunda düşünecek ne var? Yoldaki engeli kaldırmış parayı da kapmış!

Yaşlı adam talebesinin avam derecesinde bile hikmet çıkaramamasına çok üzülmüş ve kendisi şunu açıklamış.

    En basit düşünmede bile şu sonuç çıkar:

     Orada anlatılan hayat dünya hayatıdır. Yol ortasındaki kaya dünya hayatının zorluklarını temsil eder.O zorlukları yenmeden asla başarıya(amacına) kavuşamazsın.

     Ama benim asıl istediğim biraz olsun derinlemesine düşünmendi. Mesela yol amaca giden araçtır. Kaya dünya hayatının aldatıcı, zorlayıcı her türlü imtihanıdır.Saray,padişah mutlak kudret sahibi olan ALLAH’ tır.O imtihan eder.

Zenginler, ağalar,beyler Kur’an’da geçen şehrin ileri gelenleridir.Onlar dünya imtihanına sırt çeviririler,kibirlerinden dolayı ALLAH yolundan gitmezler.

    Zerzevatçı tıpkı dünya hayatında olduğu gibi gayretin, ter dökmenin,nefsini terbiye etmenin insanlarıdır.

Onlar zorluktan(imtihandan) kaçma yerine,zorla başetmeyi hayatın amacı edinen insanlardır.

    Aslında daha da derin hikmetlere girerim ama hikmetin hikmetini açmak uygun düşmez.,

     Aman oğlum,her şeyi hazır bekleme.Ben düşünürsem faydası bana olur tıpkı ben yersem bana faydası olacağı gibi.

     İnsanlığın başlangıç noktaları pek çoktur.Bunlar razı olunan imandır,ibadettir,cehddir,düşünmedir,akletmedir,her zaman malzeme olan ilimdir.

Selam ve dua ile..

ÇERÇEVE MESELESİ

ÇERÇEVE MESELESİ

Zamanın birinde bir ateist bütün Basra sokaklarını dolaşıp halkı inancından(Müslümanlığından) uzaklaştırmaya çalışırmış.Ateist ile girdiği münazaraları kaybeden halk doğruca alimlere koşmuşlar. Alimler bir bir yenilmişler bir kişi bile ayakta kalamamış.
En sonunda Basra’nın en büyük alimi olarak bilinen bir zatın önünde diz çökmüşler,aman efendim,bizler ne yaptıysak onunla baş edemedik,bu milleti olsa olsa siz kurtarırısınız diye yalvarmışlar.

    İşin ucunda alem-i İslama hizmet var.Cihad gayretiyle ateistin karşısına çıkmış bir süre sonra diğer alimlerin bulunduğu yere geri dönmüş:

Değerli allame.İnanın ben elimden geleni yaptım ama bende baş edemedim o ateist ile.

Aman efendim,nasıl olur? Siz ki hepimizin çok üstünde bir ilme ve zekaya sahipsiniz.Bir cahil ateist sizi nasıl durdurabilir?

     Büyük alim cevap vermiş.

Kardeşim,Benim ilmimin bir sınırı bir çerçevesi var.Ben aldığım ilmi terbiye gereği ancak kendi bildiğim çerçevede hüküm verebilirim,ama ama ateistin hiç çerçevesi yok ki!istediği her yere girip çıkıyor.

     Günümüzde insanlar din,siyaset,tarih gibi derinliğinin sınırı olmayan konularda hiçbir çerçeve tanımadan üstelik kesin hükümlerle konuşuyorlar.

     Siz değerli okurlarımız!

Sizler çerçevenizi hiç aşmıyorsunuz değil mi?

Çerçevede kalmak ne büyük edep.


Selam ve dua ile..

ÇAĞIMIZIN VEBASI:Yeterince düşünememe,akıl yürütememe.

ÇAĞIMIZIN VEBASI:
                        Yeterince düşünememe,akıl yürütememe.

Sadece 50 sene öncesine göre bir değerlendirme yaparsak,bugün insanın bilim ve teknoloji alanında yaşadığı hayat,her türlü işletme bilgisinin yaşamımıza girmesi,ilgi alanımıza giren şeylerin bir günde bile binlere ulaşması bizim yeterli süre düşünmemizin önündeki en büyük engeldir.

   Akıl doğru ile yanlışı,zararlı ile faydalıyı ayırt etmemize yarayan en büyük insani değerlerimizden biridir.
Akıl hem insanca yaşamamıza bir vesiledir hemde rahat yaşamamıza bir vesiledir.
    Yeterince düşünmeden,yeterince akıl yürütmeden neyi doğru neyi yalnış yaptığımızı asla anlayamayız.
     Günümüzün sayısız nimetleri hayatımızın en büyük zulmetlerine dönüşüverir eğer yeterince düşünemezsek.

     Çeşidin çokluğu,zamanın her çeşide az düşmesi bizi zulmetler çukuruna düşürmesin.
     İnsan akledebildiği kadar insandır.Aman diyelim.


Selam ve dua ile.